DEVEKUŞU TERBİYECİSİ,  UYUMSUZ(A) NOTLAR

Merhamet Performansı: Sessiz İyinin Yitimi

 “İyiliğin gösterisi, iyiliğin kendisini boğuyor.”

Sessiz İyiliğin Kaybı

İnsan neden iyilik yapar? Bir ödül beklentisiyle belki, belki kabul görmek için; ya da ahlaki sorumlulukla yapar iyiliği. Doğal akışta ise iyilik insanın derinlerinden gelen bir merhamet çağrısıyla yapılır. Özünde içsel bir eylemdir iyilik.

İnsan, iyilik yaptığında mutlu olan, iyi hisseden bir varlıktır. Çünkü fabrika ayarları böyledir. Birine yardım ettiğinde, bir şey ürettiğinde ya da paylaştığında kendini daha bütün hisseder insan. Sadece kültürel bir alışkanlık değildir iyilik; biyolojik olarak da insan türünü ayakta tutan bir reflekstir. Yani iyilik, yalnızca ahlaki bir tercih değil, insan olmanın sürdürülebilir hâlidir.

Peki, merhamet, iyiliğin neresinde konumlanır? İyilik ve merhamet arasında bütüncül bir ilişki var. İyilik, eylemin dışa vuran yüzüdür. Merhamet ise o eylemi doğuran iç sestir. İyilik, bir seçimin sonucu olabilir, içinde akıl barındırır. Ama merhamet, seçimden önce insanın içine düşen bir çağrıdır. İyiliği mümkün kılan duygusal zemindir. Merhametsiz iyilik, mekanikleşir. İyilik olmadan hissedilen merhamet, eyleme dönüşmeyen bir duygu olarak kalır.

Merhameti duyumsamak için kişinin iç sesini duyabilmesi gerekir- zira vicdan, iyiliğin sessiz tanığıdır. İnsanın kendi içsel bağını yitirmesi halinde, yani kişi kendi iç sesini duymaz hale geldiğinde, artık varoluşun teyidi için bir dış tanığa ihtiyaç başlar. Çağımızın kırılma noktası tam da bu. İnsan artık, vicdanının sessiz onayını duyumsayamadığı için bir dış tanıkla, ‘görülmek’ yoluyla var olduğuna inanıyor.

Böyle bir kültürel sistemde, yapılan iyiliğin bile ‘görülmeye’ ihtiyacı oluyor.
Ve işte bu yüzden, birbirine zıt iki kelime — merhamet ve performans
çağımızda ironik biçimde yan yana gelebiliyor.

Dış Tanığa İhtiyaç Duyan Ruh

Onay arayışı yeni değil elbette. İnsan her çağda görülmek, fark edilmek, takdir edilmek istemiştir.
Bu, insanın zayıflığı değil, toplumsal doğasının bir sonucudur. Sosyal psikolojiye göre kabul görmek, yalnızca beğenilme değil, aidiyet duygusunun temelidir.

Ama zamanla kabul görme arzusunun biçim değiştirdiğini artık hepimiz kabul ediyoruz. Bir zamanlar “gerçek tanık” bir kişinin vicdanı ya da toplumsal saygınlıkken, bugün milyonlarca gözün önünde şekillenen bir görünürlük ekonomisine dönüştü.
Artık görülmek, yalnızca bir ihtiyaç değil, bir değer ölçüsü haline geldi.

Günümüzde bu dış tanık ölçeğinin dramatik şekilde değiştiğine biraz daha değinmek isterim.. Artık iyiliğin tanığı birkaç insan değil, bir dijital evren. Her eylem arşivleniyor, paylaşılıyor, beğeniyle ölçülüyor.
Böylece iyiliğin anlamı, niyetin içinden çıkarılıp “görülme sayısına” dönüştürülüyor.

Erving Goffman’ın deyimiyle modern insan, “benliğini bir sahnede sunar.”
Çünkü artık yaşam, bir deneyimden çok bir temsile dönüşmüştür.
Görülmek, var olmanın şartıdır; çünkü insan, iç sesi sustuğunda dış onayın sesine tutunur.
İyiliğin performe edilmesi hali de tam olarak bu boşluğu doldurur:
İç huzurun yerini, görülme hazzı alır.

Goffman’ın Benliğin Sunumu teorisine göre insan, toplumsal sahnede kimliğini sürekli sergiler.
İyilik eylemi de, bu görünürlük çağında bir ahlaki sermaye biçimine dönüşür.
Birey artık yalnızca “iyi biri olmak” değil, “iyi biri olarak görülmek” ister.
Ve böylece etik olan, estetiğe; duygunun derinliği, temsili güce yenik düşer.

Ve merhamet böylece içsel bir eylem olmaktan çıkıp kamusal bir gösteri haline gelir, performe edilen bir ‘şey’e indirgenir. Oysa merhametin doğası tanıksızlıktır. Gerçek merhamet, karşılık beklemeden yönelir;
çünkü kaynağını dış onaydan değil, içsel bir farkındalıktan alır.

Gösteri Toplumunda Merhamet Performansı

Duyguların Temsile Dönüşmesi

Guy Debord, altmış yıl önce “gösteri toplumu” kavramını ortaya attığında,
insan ilişkilerinin bir gün bu kadar görünürlük üzerine kurulacağını muhtemelen tahmin etmemişti.
Ama onun söylediği şey, bugün neredeyse birebir gerçekleşti:
Gerçekliğin yerini temsiller, deneyimin yerini görüntüler aldı.
Eylem, duygudan çok sunumla; varoluş, yaşantıdan çok görüntüyle tanımlanır hale geldi.
Debord’un ifadesiyle, modern insan artık yalnızca yaşamakla kalmıyor —
yaşadığını sergilemek zorunda hissediyor.

Bu kültürün en görünür sonucu, duyguların bile birer gösteri nesnesine dönüşmesi oldu.
Artık sevgi, yas, dayanışma, hatta merhamet bile kendi tanığını istiyor.
Bir duygunun “gerçek” sayılabilmesi için görülmesi, paylaşılması, onay alması gerekiyor.
Yani görünmeyen duygu, var olmamış sayılıyor.

Bir zamanlar içsel bir sesle hareket eden insan, artık dış yankılara kulak veriyor.
Kendi vicdanının sessizliğinde değil, başkalarının beğenilerinde varlığını hissetmeye çalışıyor.
Ve böylece merhametin özündeki içe dönük doğa, dışa dönük bir performansa evriliyor.
Artık insan, iyilik yaparken bile bir izleyici arar hale geliyor.

İzleyicisini arayan iyilik için yakın zamandan bir örnek vermek isterim. Gazze’ye gitmek için yola çıkan insani yardım filosunun dönüşünde aktivistlerin ‘kendini sunuş biçimi’ndeki farklılık çok dikkat çekiciydi.
Greta Thunberg, İsrail’de alıkonduğunda “esas hikâye bu değil” diyerek kendi yaşadığı zorluklardan söz etmedi. Onun sessizliği, acının kişisel değil, kolektif bir mesele olduğunu hatırlatması açısından çok önemliydi. Oysa Türkiye’den katılan bazı gönüllüler, televizyon kanallarında günlerce başlarına gelen olayları anlattı; nasıl zorlandıklarını, ne kadar cesaret gösterdiklerini…
Bu anlatımlarda acı, farkındalık yaratmanın ötesine geçti; bir kişisel hikaye sahnesine dönüştü. Performans toplumunda merhamet özelinde duyguların birer temsile dönüşmesinin çarpıcı örnekleri olarak kaldı bu gönüllüler.

Sosyal Medyada Görünür İyilik

Merhamet performansı ile anlatmak istediğim, iyiliğin sunuş biçiminde failin kendisini görünür kılmaya çalışması. Eylemin anlatısının eylemin kendisinin önüne çıkması.
Bir acıya tanıklık etmekle yetinmiyoruz artık; o tanıklığın görünür olmasını da istiyoruz.
Çünkü görünmeyen bir iyiliğin toplumda karşılık bulmayacağına inanıyoruz.
Bu durumun temelinde kötü niyet değil, çağın görünürlük baskısı var:

Modern çağda merhamet, görülme üzerinden anlam kazanıyor.

Bir iyiliğin ya da dayanışma hareketinin değeri, çoğu zaman ne kadar yankı bulduğuyla ölçülüyor.
Yardım kampanyaları, bağış hareketleri, afet dayanışmaları — hepsi birer “içerik” biçimine bürünmüş durumda.
Sosyal medya bu kültürün en belirgin sahnesi:
Artık iyiliğin sesi kalplerden çok ekranlardan duyuluyor.
Bir gönderi daha fazla paylaşıldıkça, iyiliğin de “büyüdüğü” sanılıyor.
Oysa nicelik, duygunun derinliğini göstermez; yalnızca görünürlük düzeyini artırır.

Ve biz farkında olmadan, iyiliği içsel bir ihtiyaç olmaktan çıkarıp, toplumsal bir kimlik aracına dönüştürüyoruz.

Zygmunt Bauman’ın dediği gibi,

“Modern hayat, bağ kurmak isteyen ama bağlanmaktan korkan insanların hayatıdır.” Bu yüzden duygularımızı paylaşırız ama hissetmeyi sürdürmeyiz; bir trajediyi paylaşırız ama onu içselleştirmeyiz. Merhametin içe dönük sessizliği, yerini dışa dönük bir performansa bıraktıkça, hiçbir tanığa ihtiyaç duymayan merhamet bile insani bir duygu olmaktan çıkıp toplumsal bir gösteri aracına dönüşüyor.

İyilik Bulaşıcıdır, Ama Sahne Işığında Solar

İyilik bulaşıcıdır elbette. Paylaştıkça, görünür oldukça çoğalır, normal bir zemine oturur.
Bir insanın içinden yükselen şefkat, bir başkasında yankı bulur. Görülen bir iyilik, bir diğerinin içindeki merhameti harekete geçirir.

Benim en büyük temennim de bu: iyiliğin olağan, merhametin doğal bir refleks olduğu bir toplumda yaşamak.
Ama dikkat edilmesi gereken ince bir çizgi var: Bir şey sahneye çıktığında, ister istemez doğallığından bir parça kaybeder. Çünkü sahne, samimiyeti değil, temsili mümkün kılmak için vardır. Bir eylem paylaşıldığı anda, niyetiyle biçimi arasına mesafe girer. Ve bu mesafe, zamanla anlamı da değiştirir.
İyiliğin özü, görünürlükle değil, içtenlikle beslendiği için, iyilik gösteriye dönüştüğü her an biraz eksilir.

Bahsettiğim, “iyilik gizli kalmalı” romantizmi değil. Ama iyiliğin amacıyla aracının karıştığı o hassas noktayı fark etmek gerek.
İyiliği paylaşmak, başkalarına umut olur; ama paylaşırken o iyiliğin özünü koruyabilmek — işte bu,
belki de bugünün en zor erdemlerinden biri.

İyilik Gürültüsüzdür

Merhamet performansı, iyiliğin ruhunun kamusal temsile kurban edilmesidir. Çıkış noktası iyi niyet taşıyor olabilir; ama biçimi yüzünden içsel anlamı erir. Merhamet, duygusal bir derinlikten, duygusal bir imaja dönüşür. Bu dönüşümün ironisi de burada: İnsan görünür oldukça içselleşmeyi, anlatmaya başladıkça hissetmeyi kaybediyor.

Oysa gerçek merhamet, gösterilmez; yaşanır. Tanığı yoktur, çünkü kaynağı onay değil, farkındalıktır.
Merhamet, başka birini iyileştirmekten çok, kendi içindeki insanı unutmamaktır.

“Gerçek iyilik, tanığı olmayan iyiliktir,” der Simone Weil. Aristoteles de benzer bir hakikati yüzyıllar önce sezmişti: “Bir eylem iyi olduğu için yapılmalı; ödül için değil.” Yani iyilik, doğru şeyi yapma zorunluluğundan değil, doğru şeyi doğal olarak yapabilme hâlinden doğar.

Ve Camus ne güzel söyler: “İyilik, gürültüsüzdür.”

Bu çılgın gösteri toplumunda, tam da bu sessizliğe yer açmaya ihtiyacımız var. Çünkü iyiliği anlatmak değil, hissetmek iyileştirir. Çünkü iyilik, kimlik değil, bir oluş halidir.

Belki de yeniden öğrenmemiz gereken şey, iyiliği bir davranış değil, bir varoluş biçimi olarak yaşamak.
İnsanın fabrika ayarlarında var olduğu gibi, varoluşsal bir dürtüyle iyi olmaklığı deneyimleyebilmek.
Çünkü insan, iyi olduğunda dünyayı değil — önce kendini onarır.
Kendini onardığında, varlığın anlamıyla bütünleşir.

Görsel: Ravi Kant

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir